Yaşam
26 Şubat 2020 - 11:22
Atatürk ve Mu Kıtası (Atatürk Mu'ya neden ilgiliydi?)
Atatürk'ün emriyle, Türklük akımları üzerine yapılan araştırmalar derlendi. Pek çok bilim insanı ve araştırmacı, bu sahada yeni çalışmalara başladı. Yabancı bilim insanları davet edildi. 1930'da Türk Tarih Kurumu kuruldu. Çalışmalar neticesinde çok zengin kaynaklara ve bilgilere ulaşıldı. Fakat 'Türklerin kökeni?' sorusu cevap bulamadı.
Yaşam
26 Şubat 2020 - 11:22
Atatürk’ün en büyük hayallerinden birisi, Türklerin kökenini ortaya çıkartmaktı. Onun belki de en az bilinen yönlerinden birisi ise antik gizemlere olan merakıdır.
atatürk 1930’lu yıllarda ileri sürdüğü Türk Tarih Tezi kapsamında “kayıp kıta Mu ve Türklerin kökeni” konusunda araştırmalar yaptırmıştı. Bu amaçla Tahsin Beyi Meksika’ya göndermişti. Meksika Büyükelçiliğine atanan Tahsin Beyin gerçek görevi Türklerin Mu kökenli olduklarını kanıtlayacak belge ve bulgular toplamaktı. Tahsin Bey, Meksika’ya gider gitmez araştırmalarına başladı. Önce “Kayıp kıta Mu” hakkında en kapsamlı araştırmalar yapan İngiliz James Churchward’ın kitaplarını inceledi.
Churchward 5 ayrı kitabında, binlerce yıl önce Pasifik Okyanusu’nun ortasında çok ileri bir uygarlığa sahip büyük bir kıtanın bulunduğunu kanıtlamaya çalışıyordu. Churchward, çok eski çağlarda bu kıtadan dünyanın değişik yerlerine göçler olduğunu belirtiyor, antik uygarlıkların Mu ‘dan göç edenlerce kurulduğunu ileri sürüyordu. En önemlisi Orta Asya’daki Uygur Türklerinin de Mu kökenli olduklarını iddia ediyordu. Tahsin Bey araştırmalarını ilerlettikçe yeni bilgilerle karşılaştı Mayalar, Aztekler, İnkalar ve Kızılderililerin de Türk kökenli olabileceklerine yönelik ipuçları elde etti ve tüm bu araştırmalarının sonuçlarını raporlar halinde Atatürk’e sundu.
Ayrıca J. Churchward’ın Kayıp kıta Mu konusundaki 4 kitabını Atatürk’e gönderdi. Atatürk 60 kişilik bir tercüme heyeti kurarak bu kitapları Türkçeye tercüme ettirdi ve günlerce bu kitaplar üzerinde çalıştı. Sayfa kenarlarına notlar aldı, bazı satırların altını çizdi ve sonuçta Türklerle kayıp kıta Mu arasında gerçekten bir yakınlık olabileceğine inandı. Atatürk, Türklerin Orta Asya’dan önceki ana yurtlarının kayıp kıta Mu olduğu tezine son şeklini verip, kamuoyuyla paylaşmak istiyordu; fakat buna ömrü yetmedi.
Atatürk, 30’lu yıllarda Türk tarihinin gizli kalmış yönlerini ortaya çıkarmak için olağanüstü bir çaba harcadı ve “Türk merkezli” yeni bir tarih tezi geliştirdi. Daha Cumhuriyet kurulmadan önce 1922 yılında TBMM’nin 130. yılını açarken yaptığı konuşmada Türk tarihinin derinliğinden bahsederek Türklerin kökeninin Hz. Nuh’a kadar dayandığını ileri sürüyordu
Atatürk’ün, daha Kurtuluş Savaşının kan ve barut kokusu kurumadan meclis kürsüsünden Türklerin şanlı uzak atalarından söz etmesi, Türk tarihi konusunda derin araştırmalar yaptıracağının ilk önemli işaretlerinden biriydi. Atatürk’ün, Türklerin kökeninin Nuh Peygamber’in oğlu Yafes’e dayandığını ileri sürerek, öteden beri kulaktan kulağa fısıldanan bir tezi Türkler Yafes’in Torunlarıdır! diyerek yüksek sesle dile getirmesi düşündürücüdür. Bu tezi meclis kürsüsünden dile getirmesi ise Türk tarihiyle ilgili çalışmaların “devlet politikası” olacak kadar ciddiye alınacağının işaretidir.
Bu ilk işaretlerden ve ön hazırlıklardan sonra Atatürk, Türk tarihinin sadece Osmanlı Tarihi’nden oluşmadığını, Türklerin binlerce yıl önce de büyük devletler kurup, dünya uygarlığına büyük katkılarda bulunduğunu ileri sürerek, 1930 yılında sonradan çok tartışılacak olan Türk Tarih Tezini ortaya attı.
1930’lu yılların sonunda Atatürk’ün kafasını meşgul eden temel bir soru vardı. “Türklerin bilinen yurdu Orta Asya’dır! Peki ama Türkler Orta Asya’ya nereden ve nasıl gelmişlerdir?”
Atatürk, bu sorunun yanıtını çok uzaklarda, Amerika’da arayacaktı.
Tahsin Bey, 1932 yılında Atatürk’le yaptığı özel sohbetlerden birinde kayıp kıta Mu ve Mayalardan bahsetmişti. 2 Bu sohbet, bir süredir bu konuda somut bir adım atmayı düşünen Atatürk’ü harekete geçirecekti. Tahsin Bey, Atatürk’ün isteğiyle 1935 yılında Meksika Büyükelçiliği’ne atandı. Fakat Büyükelçi Tahsin Bey’in gerçek görevi çok farklıydı; Atatürk Tahsin Bey’i Mu Kıtası, Mayalar ve Türkler arasındaki ilişkiyi araştırmak ve Güneş Dil Teorisi hakkında yeni kanıtlar toplamakla görevlendirmişti.
Tahsin Bey, Meksika’ya gider gitmez araştırmalarına başladı. Kendisine Amerikalı Arkeolog William Niven’in bulduğu Meksika tabletler: gösterildi. Maya dilinin kökeni bu tabletlerde gizliydi.
Tahsin Bey, Türkçe ile Maya dili arasındaki benzerlikleri belirlemek için bu tabletler hakkında bilgi toplamaya başladı. Tabletlerin deşifresi Tahsin Bey’i şaşkına çevirmişti. Meksika tabletleri, M.Ö. 200.000 ile 70.000 yılları arasında Büyük Okyanus’ta yer almış bir kıtayı haber veriyordu. Eldeki belgelere göre “Mu” adı verilen bu kayıp kıta Avustralya’dan birkaç misli büyüklükteydi, yüksek bir uygarlığa ulaştıktan sonra günümüzden yaklaşık 12.000 yıl önce bir deprem ya da tufan sonucu yok olmuştu.
Tahsin Bey araştırmalarını derinleştirdikçe yeni belgelerle karşılaşıyordu. 6u sırada kendisine İngiliz Albayı James Churchward’ın Hindistan da bulduğu Naakal tabletlerinden bahsedildi. Bu tabletlerde kayıp kıta Mu hakkında çok daha ilginç bilgiler vardı. Churchvvard, 50 yıllık bir çalışma ile bu tabletleri çözmüş ve Mu kıtası hakkında 5 kitap yayınlamıştı: Tahsin Bey, J.Churchvvard’ın 4 kitabını büyük bir dikkatle inceledi.
Tahsin Bey, Meksika’dan 29 Şubat .1936’da, Atatürk e ve Türk Dil Kurumu Riyaseti Aliyesine” gönderdiği 7. raporda Churchward’ın kitapları hakkında ayrıntılı bilgiler veriyordu:
Tahsin Bey, kayıp kıta Mu hakkındaki en kapsamlı çalışmaları gerçekleştiren J. Churchward’m bu kitaplarında geçen konuları beş madde altında sınıflandırarak, Aralık 1935’de bir raporla Atatürk’e sunmuştu. Aynı raporun bir örneğini de 7 ay sonra, 22 Haziran 1936’da Türk Dil Kurumu Genel Sekreteri 1. Necmi Dilmen’ e gönderecekti.
Tahsin Beyin Ankara’da heyecan uyandıran raporunda şaşırtıcı bilgiler ve yorumlar vardı bunlar şöyleydi:
“Amerika alimlerinden James Churchward’ın 1868 senesinde Hindistan’da AYHODA Manastırında başlayarak, cihanın muhtelif kıtalarında 50 sene süren araştırmaları neticesinde ilk defa 1931 yılında New York’ta yazdığı 4 kıta eserde;
Uygur, Akad ve Sümerlerin beşeriyetin ilk vatanı olan Mu Kıtası’ndan binlerce yıl önce çıkarak, cihana yüksek maarif ve medeniyetlerini, dil ve dinlerini götürdükleri,
Aryen denilen tötanların, slavların, Brotonların, Baskların, Irlandalıların, velhasıl hemen hemen bütün Avrupa kavimlerinin Uygur Türklerinin akrabaları oldukları,
Akad ve Sümer sözlerinin Hindistan manastırlarında mukaddes bir dil olarak öğretilen NAGA-MAYA, yani Mu dilindeki manaları,
Mu kıtası batmadan binlerce yıl önce Mu’ dan çıkarak Mu’nun ilimlerini ve dinlerini dünyanın birçok yerlerine ve Mısır ve Hindistan’a yaymış olan Mu ilim ve din misyonerlerinin Himalaya ve Eski Mısır mabetlerine naklettikleri tablet ve saireyi Musa’nın Sina Dağı’ndaki osiris Mabedi’nde ve İsa’nın da hem Mısır ve hem de Hindistan’da senelerce tetkik ettikleri ve bunlara kıyasen KUR’AN’da bir ayet başını teşkil eden TA-HA sözünün Mu diline ait olduğunu, Churchward’ın bu söz hakkındaki izahatını gördükten sonra Hz. Muhammed ve diğer peygamberler gibi Mu’nun dil ve dinini Mısır’da ve büyük ihtimalle Hindistan manastırlarında tahsil ettiği neticesinin tebarüz etmekte olduğu,
Binlerce sene evvel Asya'nın şark kıyılarından Avrupa’nın garp sahillerine ve İrlanda adasına kadar bütün araziyi kaplamış olan muazzam UYGUR İmparatorluğunun bundan 11.500 sene evvel müthiş manyetik katalizna ve onu takiben sathi arzda birdenbire dağların fırlaması üzerine bütün nüfusu ile birlikte mahvolduğu gibi konular yer alıyordu.
Tahsin Bey araştırmalarını sürdürürken Maya, Aztek ve İnka uygarlıklarının kullandıkları eşyaların Türklerin kullandığı eşyalara benzediğini fark etmişti, ayrıca davulları ve kalkanları da bizimkilere çok benziyordu; üzerlerinde ay ve yıldız figürleri vardı. Tahsin Bey bu eşyaların ve silahların belge ve fotoğraflarını, kayıp kıta Mu hakkında, Churchward’ın kitaplarından ve başka kaynaklardan elde ettiği bilgilere ekleyerek, “14 rapor”, “üç defter” halinde Atatürk’e sundu. Akademik bir titizlikte hazırlandığı anlaşılan bu raporların her biri aslında Mu kıtası ile Türkler arasındaki ilişkiyi kanıtlamaya yönelik son derece özgün ve bir o kadar da şaşırtıcı tezler içeriyordu.
Yakın zamanlara kadar, Tahsin Bey’in Atatürk’e gönderdiği raporlardan 14. rapor dışındakilerin nerde olduğu bilinmiyordu. 14. raporu ilk kez kullanan Turan Dursun, “Din Bu” adlı kitabının ikinci cildinde heyecanlı ve öfkeli bir dille diğer raporların nerede olduğunu soruyordu. Dursun, kitabında yanıtı da kendisi veriyor ve aykırı bir acelecilikle diğer raporların bilinçli olarak yok edildiği hükmüne varıyordu;
7 . raporun dikkat çeken üç önemli yönü vardı;
Mu dininin özellikle Musevilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet gibi tek tanrılı dinlere etkisi. Mu, Maya, İnka ve Atlantis uygarlıklarıyla Türkler arasındaki ilişki. Sümer, Akad ve Uygurların Mu’dan dünyaya yayıldıkları.
7. raporda vurgulanan noktalardan biri Mu dinin özellikleriydi. Tahsin Bey, raporunda Mu dininin bazı önemli özelliklerini şöyle sıralamıştı;
“1. Ecdadımızın Mu kıtasında uzun asırlar zarfında yaptıkları derin ve ilmi tetkikat neticesinde Evren ve Kainatı muazzam ve son derece, şuurlu ebedi bir Kudret’in muhtelif kuvvetler vasıtasıyla idare ettiğine, bu sonsuz Kudret’in mahiyetini insan olanın idrak etmesine imkan olmadığına iman etmişlerdir.
2. İnsanın madde ve ruhtan müteşekkil iki mevcudiyeti olduğuna ve maddi mevcudiyetin devamsız ve fani olduğu, ilahi olan ruhun ebediyen mevcut ve devam ettiği
Tahsin Bey Mu dininin en önemli özelliklerinden birinin reenkarnasyon inancı olduğunu ifade ederek yaptığı incelemeler sonucunda yeryüzündeki tüm dinlerin Mu kaynaklı olduğu sonucuna varmıştı. Tahsin Bey, bu konuda Churchward tan etkilenmişti. Churchward, kitaplarında tek tanrılı dinlerden Museviliğin ve Hıristiyanlığın Mu’ya dayandığını ileri sürüyor, Hz. Musa ve Hz. İsa’nın yaydıkları dinlerin temel ilkelerini, Mu dinini yaymak için yazılan Naakal tabletlerinden aldıklarını iddia ediyordu. Tahsin Bey, Atatürk’e gönderdiği 7. Raporda bu konuda şu değerlendirmeleri yapıyordu:
“Musa, Mu’nun din ve uluhiyet hakkındaki telakkilerini Sina Dağı’ndaki Osiris Mabedi’nde tahsil edip İsrail’e telkin etmiştir. “İsa da kurduğu dinin esaslarını Mu’dan almıştır.”
Musevilik ve Hıristiyanlığın Mu kökenli olduğunu iddia eden Churchward, İslam dini, Hz. Muhammed ve Mu ilişkisi hakkında doğrudan ya da dolaylı her hangi bir değerlendirme yapmıyor, kitaplarında İslam dininin Mu kaynaklı olduğuna yönelik her hangi bir bilgi ya da bulguya yer vermiyordu. Oysa ki Tahsin Bey Atatürk’e gönderdiği raporlarda Hz. Muhammed’in de İslam dinini Hindistan’da Mu tabletlerinden öğrendiğini ileri sürüyordu. Tahsin Bey, bu yorumu yaparken, Churchward’ın,
“Musevilik ve Hıristiyanlık Mu’ya dayanıyor” tezinden etkilenmişti “Hz. Musa ve Hz. İsa Mu’dan etkilendilerse, pekala Hz. Muhammed de Mu’dan etkilenmiş olabilir!” mantığından hareket ederek, kendince son derece ilginç çıkarımlar yapıyordu. Tahsin Bey, “Islamiyetin temel ilkeleri Mu’ya dayanır.” tezini Churchward’ın, “Munun Kutsal Sembolleri” kitabında geçen “TA-HA” kelimesi üzerine oturtmuştu.
İşte Tahsin Bey’in Atatürk’e gönderdiği 7. raporda, “Muhammed de Mu’dan Etkilendi” başlığıyla kaleme aldığı ilginç değerlendirmeler: “Muhammed’in de tıpkı Musa ve İsa gibi Mu’nun dil ve dinini öğrendiği aşağıdaki mühim bir ipucundan istinaden anlaşılacaktır:
Churchward’ın Kayıp Kıta Mu'nun Kutsal Sembolleri adındaki eserinin 130. sayfasında Mu diline ait en eski sözlerden biri olarak (TA-HA) kelimesinin zikri geçmektedir. Vaktiyle Mu kıtasına dahil olup, mezkur kıta battıktan sonra ayakta kalmış olan Pasifik Denizi’ndeki adaların yerli ahalisi arasında bu sözün atalarından kalma mukaddes bir söz olarak kullanıldığı hakkında izahata tesadüf etmek üzerine derhal KUR’AN’ da bir sure başını teşkil eden TA-HA kelimesini göz önüne getirip KUR’AN müfesirleri tarafından bu ana kadar manası izah edilememiş olan bu sözün Mu dilinde (Ta- yıldızlar, Ha- su) yani (su ihtiva eden yıldızlar) anlamında olduğunu Churchward’ın izahatından anladıktan sonra bu meçhulü bu suretle anlamaktan mütevellit bir sevinçle KUR’AN’da daha bu gibi manası malum olmayan (YA-SİN, TA-SİN, HA-MİM) gibi esrarengiz sözlerden Mu diline ait olmaları ihtimalini göz önüne getirip Mu dilinin en çok saf bir halde aynı olan MAYA lügatına müracaat ederek tahminimde aldanmadığımı ve bu sözlerin manalar ifade eden halis Mu sözleri olduklarını hayretle müşahede ettim.”
“TA-HA sözündeki (TA- yıldızlar, HA-su) yani su ihtiva eden yıldızlar. Bunu Churchward’ın izahatına müsteniden arz ediyorum. Bu ipucunu elde ettikten sonra Maya lügati vasıtasıyla diğerlerinin manalarını kendim muvaffak oldum.
Atatürk’ün en büyük hayallerinden birisi, Türklerin kökenini ortaya çıkartmaktı. Böyle bir fırsatı da değerlendirmekten geri kalmayan Atatürk, Mu ile ilgili çalışmalar yaptırmış ve bunun üzerine uzun bir süre yoğunlaşmıştır. Konu gitgide gündemden düşerken, eldeki kaynaklar ışığında Atatürk bizzat kısa tezler hazırlıyor ve bunları yemeğe davet ettiği akademisyenlerle uzun uzun tartışıyordu.
Salih Bozok, anılarında bu konuyla ilgilide notlarında şöyle yer vermişti.
''Gazi, kitapların tercümesi yapılırken çok heyecanlıydı! Günaşırı; 'Tercümeler bitmedi mi? , Heyet niçin bu kadar yavaş çalışıyor?' diye hayıflanıyordu. Nihayet tercümeler bitti. Kitap basılmadı, daktilo edilerek Atatürk'e sunuldu. Gazi metinleri tekrar tekrar büyük bir dikkatle okudu, yaratılışı anlatan bölümle özel olarak ilgilenmişti. 'Mu Kıtası'nın insanlığın anavatanı olduğunu, nüfusun 64 milyona çıktığını' yazan kısmın altını çizmişti. Mu'da geçen Tanrı kavramıyla da yakından ilgilenmiş, yaratıcının insan aklıyla anlaşılamayacağının üzerinde durmuştu. Mu dili kökenli özel isim ve sıfatları öz Türkçe ile karşılaştırarak notlar alıyordu.''
Salih Bozok'un konu ile ilgili aktardıkları ne yazık ki bu kadar.
atatürk 1930’lu yıllarda ileri sürdüğü Türk Tarih Tezi kapsamında “kayıp kıta Mu ve Türklerin kökeni” konusunda araştırmalar yaptırmıştı. Bu amaçla Tahsin Beyi Meksika’ya göndermişti. Meksika Büyükelçiliğine atanan Tahsin Beyin gerçek görevi Türklerin Mu kökenli olduklarını kanıtlayacak belge ve bulgular toplamaktı. Tahsin Bey, Meksika’ya gider gitmez araştırmalarına başladı. Önce “Kayıp kıta Mu” hakkında en kapsamlı araştırmalar yapan İngiliz James Churchward’ın kitaplarını inceledi.
Churchward 5 ayrı kitabında, binlerce yıl önce Pasifik Okyanusu’nun ortasında çok ileri bir uygarlığa sahip büyük bir kıtanın bulunduğunu kanıtlamaya çalışıyordu. Churchward, çok eski çağlarda bu kıtadan dünyanın değişik yerlerine göçler olduğunu belirtiyor, antik uygarlıkların Mu ‘dan göç edenlerce kurulduğunu ileri sürüyordu. En önemlisi Orta Asya’daki Uygur Türklerinin de Mu kökenli olduklarını iddia ediyordu. Tahsin Bey araştırmalarını ilerlettikçe yeni bilgilerle karşılaştı Mayalar, Aztekler, İnkalar ve Kızılderililerin de Türk kökenli olabileceklerine yönelik ipuçları elde etti ve tüm bu araştırmalarının sonuçlarını raporlar halinde Atatürk’e sundu.
Ayrıca J. Churchward’ın Kayıp kıta Mu konusundaki 4 kitabını Atatürk’e gönderdi. Atatürk 60 kişilik bir tercüme heyeti kurarak bu kitapları Türkçeye tercüme ettirdi ve günlerce bu kitaplar üzerinde çalıştı. Sayfa kenarlarına notlar aldı, bazı satırların altını çizdi ve sonuçta Türklerle kayıp kıta Mu arasında gerçekten bir yakınlık olabileceğine inandı. Atatürk, Türklerin Orta Asya’dan önceki ana yurtlarının kayıp kıta Mu olduğu tezine son şeklini verip, kamuoyuyla paylaşmak istiyordu; fakat buna ömrü yetmedi.
Atatürk, 30’lu yıllarda Türk tarihinin gizli kalmış yönlerini ortaya çıkarmak için olağanüstü bir çaba harcadı ve “Türk merkezli” yeni bir tarih tezi geliştirdi. Daha Cumhuriyet kurulmadan önce 1922 yılında TBMM’nin 130. yılını açarken yaptığı konuşmada Türk tarihinin derinliğinden bahsederek Türklerin kökeninin Hz. Nuh’a kadar dayandığını ileri sürüyordu
Atatürk’ün, daha Kurtuluş Savaşının kan ve barut kokusu kurumadan meclis kürsüsünden Türklerin şanlı uzak atalarından söz etmesi, Türk tarihi konusunda derin araştırmalar yaptıracağının ilk önemli işaretlerinden biriydi. Atatürk’ün, Türklerin kökeninin Nuh Peygamber’in oğlu Yafes’e dayandığını ileri sürerek, öteden beri kulaktan kulağa fısıldanan bir tezi Türkler Yafes’in Torunlarıdır! diyerek yüksek sesle dile getirmesi düşündürücüdür. Bu tezi meclis kürsüsünden dile getirmesi ise Türk tarihiyle ilgili çalışmaların “devlet politikası” olacak kadar ciddiye alınacağının işaretidir.
Bu ilk işaretlerden ve ön hazırlıklardan sonra Atatürk, Türk tarihinin sadece Osmanlı Tarihi’nden oluşmadığını, Türklerin binlerce yıl önce de büyük devletler kurup, dünya uygarlığına büyük katkılarda bulunduğunu ileri sürerek, 1930 yılında sonradan çok tartışılacak olan Türk Tarih Tezini ortaya attı.
1930’lu yılların sonunda Atatürk’ün kafasını meşgul eden temel bir soru vardı. “Türklerin bilinen yurdu Orta Asya’dır! Peki ama Türkler Orta Asya’ya nereden ve nasıl gelmişlerdir?”
Atatürk, bu sorunun yanıtını çok uzaklarda, Amerika’da arayacaktı.
Tahsin Bey, 1932 yılında Atatürk’le yaptığı özel sohbetlerden birinde kayıp kıta Mu ve Mayalardan bahsetmişti. 2 Bu sohbet, bir süredir bu konuda somut bir adım atmayı düşünen Atatürk’ü harekete geçirecekti. Tahsin Bey, Atatürk’ün isteğiyle 1935 yılında Meksika Büyükelçiliği’ne atandı. Fakat Büyükelçi Tahsin Bey’in gerçek görevi çok farklıydı; Atatürk Tahsin Bey’i Mu Kıtası, Mayalar ve Türkler arasındaki ilişkiyi araştırmak ve Güneş Dil Teorisi hakkında yeni kanıtlar toplamakla görevlendirmişti.
Tahsin Bey, Meksika’ya gider gitmez araştırmalarına başladı. Kendisine Amerikalı Arkeolog William Niven’in bulduğu Meksika tabletler: gösterildi. Maya dilinin kökeni bu tabletlerde gizliydi.
Tahsin Bey, Türkçe ile Maya dili arasındaki benzerlikleri belirlemek için bu tabletler hakkında bilgi toplamaya başladı. Tabletlerin deşifresi Tahsin Bey’i şaşkına çevirmişti. Meksika tabletleri, M.Ö. 200.000 ile 70.000 yılları arasında Büyük Okyanus’ta yer almış bir kıtayı haber veriyordu. Eldeki belgelere göre “Mu” adı verilen bu kayıp kıta Avustralya’dan birkaç misli büyüklükteydi, yüksek bir uygarlığa ulaştıktan sonra günümüzden yaklaşık 12.000 yıl önce bir deprem ya da tufan sonucu yok olmuştu.
Tahsin Bey araştırmalarını derinleştirdikçe yeni belgelerle karşılaşıyordu. 6u sırada kendisine İngiliz Albayı James Churchward’ın Hindistan da bulduğu Naakal tabletlerinden bahsedildi. Bu tabletlerde kayıp kıta Mu hakkında çok daha ilginç bilgiler vardı. Churchvvard, 50 yıllık bir çalışma ile bu tabletleri çözmüş ve Mu kıtası hakkında 5 kitap yayınlamıştı: Tahsin Bey, J.Churchvvard’ın 4 kitabını büyük bir dikkatle inceledi.
Tahsin Bey, Meksika’dan 29 Şubat .1936’da, Atatürk e ve Türk Dil Kurumu Riyaseti Aliyesine” gönderdiği 7. raporda Churchward’ın kitapları hakkında ayrıntılı bilgiler veriyordu:
Tahsin Bey, kayıp kıta Mu hakkındaki en kapsamlı çalışmaları gerçekleştiren J. Churchward’m bu kitaplarında geçen konuları beş madde altında sınıflandırarak, Aralık 1935’de bir raporla Atatürk’e sunmuştu. Aynı raporun bir örneğini de 7 ay sonra, 22 Haziran 1936’da Türk Dil Kurumu Genel Sekreteri 1. Necmi Dilmen’ e gönderecekti.
Tahsin Beyin Ankara’da heyecan uyandıran raporunda şaşırtıcı bilgiler ve yorumlar vardı bunlar şöyleydi:
“Amerika alimlerinden James Churchward’ın 1868 senesinde Hindistan’da AYHODA Manastırında başlayarak, cihanın muhtelif kıtalarında 50 sene süren araştırmaları neticesinde ilk defa 1931 yılında New York’ta yazdığı 4 kıta eserde;
Uygur, Akad ve Sümerlerin beşeriyetin ilk vatanı olan Mu Kıtası’ndan binlerce yıl önce çıkarak, cihana yüksek maarif ve medeniyetlerini, dil ve dinlerini götürdükleri,
Aryen denilen tötanların, slavların, Brotonların, Baskların, Irlandalıların, velhasıl hemen hemen bütün Avrupa kavimlerinin Uygur Türklerinin akrabaları oldukları,
Akad ve Sümer sözlerinin Hindistan manastırlarında mukaddes bir dil olarak öğretilen NAGA-MAYA, yani Mu dilindeki manaları,
Mu kıtası batmadan binlerce yıl önce Mu’ dan çıkarak Mu’nun ilimlerini ve dinlerini dünyanın birçok yerlerine ve Mısır ve Hindistan’a yaymış olan Mu ilim ve din misyonerlerinin Himalaya ve Eski Mısır mabetlerine naklettikleri tablet ve saireyi Musa’nın Sina Dağı’ndaki osiris Mabedi’nde ve İsa’nın da hem Mısır ve hem de Hindistan’da senelerce tetkik ettikleri ve bunlara kıyasen KUR’AN’da bir ayet başını teşkil eden TA-HA sözünün Mu diline ait olduğunu, Churchward’ın bu söz hakkındaki izahatını gördükten sonra Hz. Muhammed ve diğer peygamberler gibi Mu’nun dil ve dinini Mısır’da ve büyük ihtimalle Hindistan manastırlarında tahsil ettiği neticesinin tebarüz etmekte olduğu,
Binlerce sene evvel Asya'nın şark kıyılarından Avrupa’nın garp sahillerine ve İrlanda adasına kadar bütün araziyi kaplamış olan muazzam UYGUR İmparatorluğunun bundan 11.500 sene evvel müthiş manyetik katalizna ve onu takiben sathi arzda birdenbire dağların fırlaması üzerine bütün nüfusu ile birlikte mahvolduğu gibi konular yer alıyordu.
Tahsin Bey araştırmalarını sürdürürken Maya, Aztek ve İnka uygarlıklarının kullandıkları eşyaların Türklerin kullandığı eşyalara benzediğini fark etmişti, ayrıca davulları ve kalkanları da bizimkilere çok benziyordu; üzerlerinde ay ve yıldız figürleri vardı. Tahsin Bey bu eşyaların ve silahların belge ve fotoğraflarını, kayıp kıta Mu hakkında, Churchward’ın kitaplarından ve başka kaynaklardan elde ettiği bilgilere ekleyerek, “14 rapor”, “üç defter” halinde Atatürk’e sundu. Akademik bir titizlikte hazırlandığı anlaşılan bu raporların her biri aslında Mu kıtası ile Türkler arasındaki ilişkiyi kanıtlamaya yönelik son derece özgün ve bir o kadar da şaşırtıcı tezler içeriyordu.
Yakın zamanlara kadar, Tahsin Bey’in Atatürk’e gönderdiği raporlardan 14. rapor dışındakilerin nerde olduğu bilinmiyordu. 14. raporu ilk kez kullanan Turan Dursun, “Din Bu” adlı kitabının ikinci cildinde heyecanlı ve öfkeli bir dille diğer raporların nerede olduğunu soruyordu. Dursun, kitabında yanıtı da kendisi veriyor ve aykırı bir acelecilikle diğer raporların bilinçli olarak yok edildiği hükmüne varıyordu;
7 . raporun dikkat çeken üç önemli yönü vardı;
Mu dininin özellikle Musevilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet gibi tek tanrılı dinlere etkisi. Mu, Maya, İnka ve Atlantis uygarlıklarıyla Türkler arasındaki ilişki. Sümer, Akad ve Uygurların Mu’dan dünyaya yayıldıkları.
7. raporda vurgulanan noktalardan biri Mu dinin özellikleriydi. Tahsin Bey, raporunda Mu dininin bazı önemli özelliklerini şöyle sıralamıştı;
“1. Ecdadımızın Mu kıtasında uzun asırlar zarfında yaptıkları derin ve ilmi tetkikat neticesinde Evren ve Kainatı muazzam ve son derece, şuurlu ebedi bir Kudret’in muhtelif kuvvetler vasıtasıyla idare ettiğine, bu sonsuz Kudret’in mahiyetini insan olanın idrak etmesine imkan olmadığına iman etmişlerdir.
2. İnsanın madde ve ruhtan müteşekkil iki mevcudiyeti olduğuna ve maddi mevcudiyetin devamsız ve fani olduğu, ilahi olan ruhun ebediyen mevcut ve devam ettiği
Tahsin Bey Mu dininin en önemli özelliklerinden birinin reenkarnasyon inancı olduğunu ifade ederek yaptığı incelemeler sonucunda yeryüzündeki tüm dinlerin Mu kaynaklı olduğu sonucuna varmıştı. Tahsin Bey, bu konuda Churchward tan etkilenmişti. Churchward, kitaplarında tek tanrılı dinlerden Museviliğin ve Hıristiyanlığın Mu’ya dayandığını ileri sürüyor, Hz. Musa ve Hz. İsa’nın yaydıkları dinlerin temel ilkelerini, Mu dinini yaymak için yazılan Naakal tabletlerinden aldıklarını iddia ediyordu. Tahsin Bey, Atatürk’e gönderdiği 7. Raporda bu konuda şu değerlendirmeleri yapıyordu:
“Musa, Mu’nun din ve uluhiyet hakkındaki telakkilerini Sina Dağı’ndaki Osiris Mabedi’nde tahsil edip İsrail’e telkin etmiştir. “İsa da kurduğu dinin esaslarını Mu’dan almıştır.”
Musevilik ve Hıristiyanlığın Mu kökenli olduğunu iddia eden Churchward, İslam dini, Hz. Muhammed ve Mu ilişkisi hakkında doğrudan ya da dolaylı her hangi bir değerlendirme yapmıyor, kitaplarında İslam dininin Mu kaynaklı olduğuna yönelik her hangi bir bilgi ya da bulguya yer vermiyordu. Oysa ki Tahsin Bey Atatürk’e gönderdiği raporlarda Hz. Muhammed’in de İslam dinini Hindistan’da Mu tabletlerinden öğrendiğini ileri sürüyordu. Tahsin Bey, bu yorumu yaparken, Churchward’ın,
“Musevilik ve Hıristiyanlık Mu’ya dayanıyor” tezinden etkilenmişti “Hz. Musa ve Hz. İsa Mu’dan etkilendilerse, pekala Hz. Muhammed de Mu’dan etkilenmiş olabilir!” mantığından hareket ederek, kendince son derece ilginç çıkarımlar yapıyordu. Tahsin Bey, “Islamiyetin temel ilkeleri Mu’ya dayanır.” tezini Churchward’ın, “Munun Kutsal Sembolleri” kitabında geçen “TA-HA” kelimesi üzerine oturtmuştu.
İşte Tahsin Bey’in Atatürk’e gönderdiği 7. raporda, “Muhammed de Mu’dan Etkilendi” başlığıyla kaleme aldığı ilginç değerlendirmeler: “Muhammed’in de tıpkı Musa ve İsa gibi Mu’nun dil ve dinini öğrendiği aşağıdaki mühim bir ipucundan istinaden anlaşılacaktır:
Churchward’ın Kayıp Kıta Mu'nun Kutsal Sembolleri adındaki eserinin 130. sayfasında Mu diline ait en eski sözlerden biri olarak (TA-HA) kelimesinin zikri geçmektedir. Vaktiyle Mu kıtasına dahil olup, mezkur kıta battıktan sonra ayakta kalmış olan Pasifik Denizi’ndeki adaların yerli ahalisi arasında bu sözün atalarından kalma mukaddes bir söz olarak kullanıldığı hakkında izahata tesadüf etmek üzerine derhal KUR’AN’ da bir sure başını teşkil eden TA-HA kelimesini göz önüne getirip KUR’AN müfesirleri tarafından bu ana kadar manası izah edilememiş olan bu sözün Mu dilinde (Ta- yıldızlar, Ha- su) yani (su ihtiva eden yıldızlar) anlamında olduğunu Churchward’ın izahatından anladıktan sonra bu meçhulü bu suretle anlamaktan mütevellit bir sevinçle KUR’AN’da daha bu gibi manası malum olmayan (YA-SİN, TA-SİN, HA-MİM) gibi esrarengiz sözlerden Mu diline ait olmaları ihtimalini göz önüne getirip Mu dilinin en çok saf bir halde aynı olan MAYA lügatına müracaat ederek tahminimde aldanmadığımı ve bu sözlerin manalar ifade eden halis Mu sözleri olduklarını hayretle müşahede ettim.”
“TA-HA sözündeki (TA- yıldızlar, HA-su) yani su ihtiva eden yıldızlar. Bunu Churchward’ın izahatına müsteniden arz ediyorum. Bu ipucunu elde ettikten sonra Maya lügati vasıtasıyla diğerlerinin manalarını kendim muvaffak oldum.
Atatürk’ün en büyük hayallerinden birisi, Türklerin kökenini ortaya çıkartmaktı. Böyle bir fırsatı da değerlendirmekten geri kalmayan Atatürk, Mu ile ilgili çalışmalar yaptırmış ve bunun üzerine uzun bir süre yoğunlaşmıştır. Konu gitgide gündemden düşerken, eldeki kaynaklar ışığında Atatürk bizzat kısa tezler hazırlıyor ve bunları yemeğe davet ettiği akademisyenlerle uzun uzun tartışıyordu.
Salih Bozok, anılarında bu konuyla ilgilide notlarında şöyle yer vermişti.
''Gazi, kitapların tercümesi yapılırken çok heyecanlıydı! Günaşırı; 'Tercümeler bitmedi mi? , Heyet niçin bu kadar yavaş çalışıyor?' diye hayıflanıyordu. Nihayet tercümeler bitti. Kitap basılmadı, daktilo edilerek Atatürk'e sunuldu. Gazi metinleri tekrar tekrar büyük bir dikkatle okudu, yaratılışı anlatan bölümle özel olarak ilgilenmişti. 'Mu Kıtası'nın insanlığın anavatanı olduğunu, nüfusun 64 milyona çıktığını' yazan kısmın altını çizmişti. Mu'da geçen Tanrı kavramıyla da yakından ilgilenmiş, yaratıcının insan aklıyla anlaşılamayacağının üzerinde durmuştu. Mu dili kökenli özel isim ve sıfatları öz Türkçe ile karşılaştırarak notlar alıyordu.''
Salih Bozok'un konu ile ilgili aktardıkları ne yazık ki bu kadar.
İlginizi Çekebilir