Amacım sizlere motivasyon konuşması yapmak değil. Söylenen sözler, ancak hayata geçirilirse anlamlı hale gelir. Birisine bir tavsiye veriyorsak da bunu örneklerle desteklemeliyiz. Bu yazıdaki hedefim tamamen budur. Örneğin, Friedrich Nietzsche (1844-1900)’nin söylediği ‘'Seni öldürmeyen şey güçlendirir'' sözü çok duyduğunuz bir cümledir. İlk etapta size anlamlı gelir ancak kısa ve uzun vadede, sizi heyecanlandıran bu sözün düşünce ve davranışlarınıza etki etmediğini görürsünüz. Beyninizin bir köşesine ettiğiniz notun, kötü bir deneyim sonrasında dediğiniz ''Ah! Hani artık böyle davranmayacaktım! Çok tutarsız ve iflah olmazım!'' gibi benzer cümleler kurup kendinizi suçlarsınız. Kendinize yaptığınız bu suçlama oldukça haksızdır. Çünkü insan, kendisine tamamen inandırmadığı, kendisinin içine sinmediği hiçbir şeyi kayıt olarak almaz. Yani duymak ve anlamak değil, özümsemek gereklidir. Terapilerde de değişimin kilit yolu kişiyi belli düşüncelere ve inanışlara ikna etmekten geçer. Kimi ekoller bu durumu direnci kırmak, kimi ekoller cesaretlendirme, kimi ekoller ise davranışın değişmesiyle gelen düşünce değişikliği diye yorumlar.
Yukarıda vermiş olduğum ''Seni öldürmeyen şey güçlendirir'' örneği aslında öylesine verilmiş bir örnek değil. Bu yazıda bu sözü ele alacağım. Sıkça duyulan bu sözün -her söz gibi-hayatınızda yerini alabilmesi için birkaç örnekle açıklayarak sizi ''ikna etmeye'' çalışacağım.İlk olarak ben bu cümleye, yaşanılan kötü ve zor olarak adlandırdığımız tecrübeler ve zamanların, hayatımızda olumlu kaynakların temeli olduğunu, deyim yerindeyse, ''Acı insanı olgunlaştırır'' gibi bir yerden bakıyorum. Ancak yaşadığımız hayatta mutlak doğru olmadığını bildiğimizden ötürü, bu cümlenin de değiştirilemez ve kesin doğru bir olgu olduğuna inanılmamalıdır. Hayatta yaşadığı acılardan sonra edinilen kötü tecrübelerin bazen son bir damla olması sebebiyle öz kıyımlara, bazen nevrozlara, psikozlara neden olmaktadır. Yani bizleri olgunlaştırmadığı, zayıflattığı çok daha büyük bir ihtimaldir.
Bir deneyimin sizi olgunlaşmasının tek yolu, kişinin verdiği öz çabaya bağlıdır. İşte o zaman, insan eksiden artıya çıkar. Üstelik verdiğinden fazlasını geri alır ya da bize öyle hissettirir. İyi ve eşsiz bir deneyim yaşasanız bile, sadece yine öz çabayla durum rehavet olarak ya da değerini bileceğiniz bir düşünce tarzı olarak size katılır. Ancak insan bilinç düzeyinde olumludan çok olumsuza odaklanmasından dolayı eksiden artıya geçmek daha zor olduğundan bu durumu detaylandıracağım.
İlk cümlelerimde bahsettim gibi insanların sözlerimizden etkilenmesini istiyorsak, bu sözleri mümkün olduğunca örneklerle açıklamalıyız. Ben, sizlere açıklarken psikoloji biliminnden isimlerle başlayarak diğer alanlara doğru sıçrayacağım. Psikoloji denildiğinde, yaptığı çalışmalarla oldukça isimlerini duyduğumuz, benim için de her zaman bilgi kaynağı olan Sigmund Freud (1856-1939), Carl Gustav Jung (1875-1961) ve Alfred Adler (1870-1937), kuramlarında kendi içsel dinamiklerinin ve hayat tecrübelerinin izlerini oldukça net görülür. (Her insanın bir olguya farklı pencereden bakmasının sebebinin yaşadığı tecrübeler olduğu düşüncesi de aklımıza gelmektedir.) Freud, Psikanaliz'i keşfetmeden önce, kuramın temelini oluşturan bilinç dışı, ölüm, rüyalar, dil sürçmeleri ve gaflar, ödipus miti vb. kavramlar her insan gibi onun da hayatının bir parçasıydı. Ancak onu bu çalışmalara yönelten yaşadığı tecrübeler olmuştur. Freud'un üne kavuşmasını sağlayan ve Psikanaliz’in temelini oluşturan Düşlerin Yorumu (1900) ve Günlük Yaşamın Psikopatolojisi (1901) kitabını, babasını kaybettikten sonra yaşadığı beş senelik yoğun depresyon sonrasında yazmıştır. Yani, bu zor dönemlerden sonra üretkenlik safhasına geçmesi, bu dönemde yaptığı oto-analiz ile olmuştur. Bu zor dönemlerde kendi çabası olmasaydı, kuram farklı yönde şekillenir miyd, pek zannetmiyoruz.
Jung, en çok içe dönük diye tanımlayabileceğimiz, yıllarca bir nehrin kenarında sadece kendisini dinlemiştir. Hiçbir yayın yapmayan Jung, 9 yılı süren kendine dönüşten çıktığında, kendi kuramını oluşturacak kolektif bilinçdışı, semboller ve arketipler gibi kavramları oluşturmuştur.
Bahsi geçen konunun en iyi örneklerinden birisi Adlerdir. Kuramın temeli telafi ilkesine dayanır. Küçük yaşta hasta olmasıyla büyüyünce doktor olmak istemesi, kardeşini kaybetmesiyle gelen ölüm korkusunun üzerine giderek yenmesi ve çok fazla kardeşi olan Adler'in kardeş doğumlarıyla gelen liderlik yarışını kazanmak adına yapılan davranışların olduğunu ileri sürmesi öz tecrübelere dayanır. Tıp doktoru olarak vücutta bir organın yetersizliğiyle bu yetersizliği gidermek üzere diğer organların daha fazla çalışarak görevinde ustalaştığını gözlemlemiştir.
Görüldüğü gibi “Her insan kuramında, sanatında ve eserinde kendi öz deneyimlerinin izlerini” taşır dediğimde beni tümüyle reddedebilirdiniz. Ancak verdiğim örneklerle sizleri ikna etmeye daha çok yaklaştım. İkna olmanızla beraber ise bu öğretiyi aklınızda tutmanız ve kendi içsel deneyiminize odaklanmanız içten değildir.