Gazetecilik, bir hakikati arama mesleğidir. En azından öyle olması gerekir. Ama bugün Türkiye’de gazeteciyseniz, hakikatin peşine düşmek yerine hangi kelimenin başınıza iş açabileceğini hesaplamak zorundasınız. Bir haber yapmadan önce, “Bu kime dokunur?” sorusunu sormazsanız, ertesi gün kapınız çalınabilir.
Birkaç örnekle anlatalım…
Bir belediye ihalesinde yolsuzluk mu tespit ettiniz? Eğer ihaleyi alan kişi “doğru yerlerle” bağlantılıysa, ya haberiniz yayınlanamaz ya da siz yayın dışı kalırsınız.
Sokakta geçim sıkıntısını anlatan bir vatandaşla röportaj mı yaptınız? Eğer söyledikleri “uygun” değilse, video ya sansüre takılır ya da siz bir daha mikrofon tutamazsınız.
Bir yolsuzluğu, hukuksuzluğu ortaya mı çıkardınız? Cevap, habere değil, size gelir: “Kim için çalışıyorsun?”, “Kimin adamısın?”
Üstelik bu haberleri kimin aleyhine yaptığınız da çok önemli değildir! Etkilediğiniz kitle sizi hedef görecek ve gösterecektir.
Mesela kendimden örnek vereyim.
Geçtiğimiz Ağustos-Eylül ayları arasında özellikle belediye işleyişine yönelik ciddi haberleri arka arkaya yayınladım. Hiç yorum yapmadım. Yemişler, içmişler demedim. Sadece haberi verdim. Belediye taraftarlarından almadığım eleştiri kalmadı.
Öyle ki artık yaptığım haberi değil yapmadığım haberi eleştirir olmuşlardı.
Sonra tersini yaşadık.
Bu kez iktidarın basına müdahale ve baskıları konusunda isyanımı dile getirdim. Kartal Belediyesi'nde yönelik bir algı operasyonu var dedim. Bu kez muhalefet yanlısı ilan edildim. Önceki yaptığım haberler unutuldu. Tersine CHP taraftarlığımı dile getirdiler. Nerede ise terörist ilan edilecektim.
Öncesinde haberlerime övgü yağdıranlar, tersi olunca hayretlerini gizleyemediler. Halbuki ben iki halde de doğru olanı yapmış ve yazmıştım.
Türkiye’de gazetecilik artık haberin içeriğiyle değil, haberin kimin işine yaradığıyla değerlendiriliyor. Tarafsızlık diye bir şey kalmadı. Hangi tarafta olduğunuzu ilan etmezseniz, kimse sizi kendi mahallesinden saymaz. Kendi mahalleniz bile…
Oysa gerçekler mahallelere göre değişmez, değişmemeli.
Bugün ulusal ve yerel medyada haber merkezleri, basın toplantılarından gelen metinleri olduğu gibi yayınlayan bürolara dönüştü. Gazetecilik, siyasetçilerin iki dudağı arasına sıkıştı. Eskiden “güç odaklarını rahatsız eden” haberler büyük ödüller kazanırdı, şimdi gazeteciler büyük tazminat davaları ile ödüllendiriliyor.
İktidar herkesi kendi etrafında toplanmaya zorluyor. Ancak muhalefettekiler de demokrasinin gereği olan hoşgörüyü unutmuş görünüyor.
Maksatlı habercilikle özgürlükçü yayıncılığı birbirinden ayırmalısınız. Yoksa ülkede gazetecilik tarihin tozlu sayfalarında yer alacak. Benden olmayan bertaraf olsun mantığı ne yazık ki kazanacak!
Çözüm var mı? Var. Ama cesaret istiyor.
Kalemiyle, kamerasıyla, mikrofonuyla hâlâ halkın yanında duran gazetecilere ihtiyaç var. Korkusuzca değil, akıllıca ama vicdanıyla hareket edenlere… En önemlisi de, okurun da bu oyunun farkına varmasına, sadece kendi mahallesinden gelen haberlere değil, tüm gerçeklere kulak vermesine ihtiyaç var…
Gazetecilik ya gerçeğin peşinden gider ya da hikâye anlatıcılığına dönüşür. Tercih önce sizin, sonra bizim.
Unutmayalım, kalemler kırılabilir, gazeteler kapatılabilir fakat hakikat, eninde sonunda yolunu bulur.
Kalın sağlıcakla...