Türkiye’de “yeni anayasa” tartışması, arada bir siyasetin rafından indirilip tekrar masaya sürülen, ancak hiçbir zaman sadece bir “hukuk metni” olarak kalmayan bir konudur.
Tabii olarak anayasa, herhangi bir yasa değildir, bir milletin ortak iradesini, geçmişle hesaplaşmasını ve gelecekle sözleşmesini de temsil eder. Bu yüzden sadece nasıl yazıldığı değil, kimler için yazıldığı da önemlidir.
Bugünlerde yeniden gündeme gelen yeni anayasa fikrinin arkasında farklı motivasyonlar var.
Kimi mevcut anayasanın askerî vesayetin kalıntısı olduğunu söylüyor, kimi bireysel özgürlüklerin önündeki engelleri kaldırmak için yeni bir metin gerektiğini savunuyor.
Kimi de daha stratejik bir bakışla, Türkiye’nin bölgede yeni bir rol üstleneceğini, terörle mücadelede yeni bir denklem kuracağını ve bunun anayasal zeminle desteklenmesi gerektiğini öne sürüyor. Tartışma, yalnızca ne yazılacağı değil, niçin yazıldığıyla da ilgilidir.
Ama şunu baştan belirtelim.
Anayasa, dış politikaya zemin hazırlamak için yazılmaz. Terörle mücadelede etkili politikalar üretmek adına bir iç hukuk metni dizayn edilmez. Anayasa, içeride barışı, eşitliği ve özgürlüğü sağlamak için yapılır. Eğer içeride yurttaşına adalet sunamayan bir devlet, dışarıda “aktörlük” iddiasına kalkışırsa, bu ne içeride ne dışarıda inandırıcı olur.
Aynı şekilde “Atatürk’süz Anayasa” gibi söylemler de yeni bir mutabakat arayışından çok, eski bir hesaplaşmanın dili gibi duruyor.
Oysa Atatürk bu cumhuriyetin kurucusudur. Adı yalnızca bir sembol değil, laikliğin, bağımsızlığın, eşit yurttaşlığın tarihsel teminatıdır.
Yeni anayasa eğer bir barış metni olacaksa, toplumsal hafızayı yok sayarak değil, onunla konuşarak yazılmalıdır.
Peki nasıl bir anayasa?
Her şeyden önce, bu anayasa Cumhuriyet’in kurulduğu dönemdeki kurucu meclis ruhuna uygun bir anlayışla hazırlanmalıdır. Yani sadece partilerin ya da teknokratların değil, toplumun tüm kesimlerini gerçek anlamda temsil eden, geniş katılımlı bir anayasa komisyonu kurulmalıdır. Bu komisyon, hiçbir dış müdahaleye veya siyasi baskıya açık olmamalı, tam bağımsızlıkla ve yüksek sorumlulukla çalışmalıdır.
Yeni anayasa, Türkiye Cumhuriyeti’ni vatandaşlık bağıyla oluşturan tüm unsurların sesiyle yazılmalıdır.
Kimseye üstünlük, kimseye lütuf tanımayan, yasama, yürütme ve yargıyı tekleştirmeyen, tepeden tırnağa sağlam denetim mekanizmasını tesis etmelidir.
Şeffaf, katılımcı, müzakereci bir süreçle hazırlanmalı ve en önemlisi, bireyi devletin karşısında koruyan, hakları sadece tanımayan, onları güvence altına da alan bir anayasa olmalıdır.
Ancak tüm bunlar yapılırken Türkiye’nin temel nitelikleri, kurucu değerleri esnetilmemeli, bilakis, bu sağlam temellerin üzerine bugünün toplumsal beklentileri ve yarının vizyonu ilmek ilmek dokunmalıdır.
Metin ne geçmişe hapsolmalı ne de geleceğe hesapsız atılmalı... Laiklik, hukuk devleti, milli egemenlik gibi ilkeler, değişimin değil, devamlılığın zeminini oluşturmalıdır.
Tabii ki en kritik mesele şu...
Anayasa, hangi çoğunluğun onayıyla kabul edilecek?
Meclis'te anayasa değişikliği için üçte iki çoğunluk gerekiyor, yani 400 milletvekili.
Peki halk oylamasında neden %50+1 yeterli sayılıyor? Bu, teknik olarak yasal olabilir ama siyasal ve toplumsal açıdan yetersizdir.
Anayasa dediğiniz şey, sadece seçimi kazananların iradesiyle değil, seçimi kaybedenlerin de güvende hissedeceği bir uzlaşıyla yapılır. Halkın yarısının karşı çıktığı bir metin, anayasa olabilir ama toplumsal sözleşme olamaz.
Bu yüzden açıkça söylemek gerekirse, eğer gerçekten yeni bir anayasa yapılacaksa, bu milletin üçte ikilik ezici çoğunluğu tarafından kabul edilmelidir. Katılım oranı yüksek olmalı, “evet” diyenlerin oranı Meclis’te olduğu gibi üçte iki seviyesini bulmalıdır. Ancak o zaman bu metin birleştirici olur. Aksi hâlde, anayasa yeni bir rejim getirmek yerine yeni bir bölünmenin eşiği haline gelir...
Her zaman olduğu gibi, kurucu liderimizin bakışından da örnek vermemiz elzemdir.
Atatürk, anayasa yapım sürecini kişisel kararla değil, milletin temsilcileri eliyle yürütmüştür. 1921 ve 1924 anayasaları, halk iradesini esas alan, Meclis çatısı altında, açık tartışmalarla hazırlanmıştır. Atatürk’ün yaklaşımı, anayasanın yalnızca bir hukuk metni değil, milletin ortak vicdanı ve geleceğe dair ortak iradesi olduğuydu. Bugün yeni bir anayasa yapılacaksa, bu tarihî tecrübe mutlaka örnek alınmalıdır.
Anayasa, bir kişinin, bir partinin, bir grubun değil, Türkiye Cumhuriyeti’ni oluşturan tüm unsurların müşterek sözleşmesi olmalıdır.
Anayasa yapımı, bir seçim kampanyası değildir. Bu iş sloganla, hızlıca, tek akılla olacak bir iş değil. Bu, uzun soluklu, sabırlı, dürüst ve açık bir toplumsal müzakere ister.
Toplumun her kesiminin kendini içinde bulmadığı bir anayasa, ne kadar yeni olursa olsun, eskimiş bir dayatmanın devamı olur..
Gerçek bir anayasa, sadece devletin yapısını değil, milletin vicdanını da taşıyabilen bir metindir. İşte bu yüzden, değişecekse gerçekten değişmeli, ama bu değişim, sadece metinde değil, zihniyette başlamalıdır.
Kalın sağlıcakla...