Nasıl başlık ama... Çarpıcı değil mi?
Memleketin her köşesinden, ayçiçek yağı kavgası fotoğrafları, videoları geliyor.
Pandemideki Luppo görüntüsü misali...
Bir tarım ülkesinde yaşarken, ayçiçek yağı neden bulunmaz diye düşünüyordum.
Biraz araştırdım ki ülkede tarım bitme noktasına gelmiş. Ayçiçek yağı işin medyatik kısmı, aslında yiyecek ekmeği yapacak una muhtacız haberimiz yok!
Ne oldu diye incelerken, işin temelinin bozulduğunu ve sadece Cumhuriyet kurumlarının değil, politikalarının da ne yazık ki temelinden sarsıldığını bir kez daha müşahade ettim.
Nasıl mı?
Anlatayım...
İzmir İktisat Kongresi ile tarım politikasının temel ilkesi “Milli ekonominin temeli ziraattır” şeklinde belirlenir. Uygulanacak tarım politikasının temel felsefesi ise Mustafa Kemal Atatürk'ün “Ülkenin gerçek sahibi ve efendisi, hakiki müstahsil(üretici) olan köylüdür” sözüne dayanır.
“Milli ekonominin temeli tarımdır” diyen Mustafa Kemal Atatürk'ün tarıma bakış açısı O'nun ne kadar vizyon sahibi olduğunu kanıtlar nitelikte değil mi?
O dönemde ortaya konulan teşhisler doğrultusunda ülkede tarımın iyileştirilmesi adına alınması gereken önlemler de şunlardı.
-Köylüden ağır vergileri kaldırmak.
-Köye para ve kredi sağlamak.
-Köylünün ürününü geliştirme ve koruma.
-Köylünün bilgi ve görüşünü yükseltmek.
-Toprağı olmayan çiftçilere toprak dağıtmak.
Bu tespitlerden sonra, köylülere pulluk dağıtıldı. Traktör kullanan çiftçiler korundu. Çiftçiye tarım aleti, makine ve kimyasal gübre ihtiyacı sağlandı.
Halka parasız fidan verildi. Numune çiftlikleri açıldı. Hükümet, buğday fiyatını korumak için gerekli gördüğü zaman kurumları vasıtasıyla buğday alım satış işlerini de üzerine aldı.
Tohum ıslah istasyonu, pamuk ıslah istasyonu, patates ve mısır ıslah istasyonu, ipek böcekçiliği istasyonu, yonca istasyonu, sıcak iklim nebatları ıslah istasyonu kuruldu.
Ziraat Yüksek Mektebi ile yetinilmedi, orta ziraat okulları açıldı.
Kanun ile toprağı olmayan köylülere yaklaşık 1 milyon dönüm tarım arazisi dağıtıldı. Bununla da yetinilmedi. Toprak sahibi olan köylünün toprak, tohumluk, tarım araçları borçlarının 20 yılda ödenmesi sağlandı.
Ayrıca devletle vergi ilişkisine hâkim olmayan, sermayesiz köylü de unutulmadı. İlk işletilen arazi, yeni yetiştirilmeye başlanan fidanlıklar, bağlar ve zeytinliklerden belirli bir süre için vergi alınmaması kuralı kabul edildi.
Böylece 2000’li yılların başlarına kadar ülkemiz kendine yeten hatta tarım ürünleri fazlasını ihraç eden ülke olarak geldi.
Son 20 yılda yaşanan köylülerin feryatları, tarlada çürüyen ürünler, bazı ürünlerin ekiminin yasaklanması ile birlikte son 2 yılda hızlanan hayat pahalılığı da birleşince, milletin efendisi köylülük, yani tarım işletmeciliği de kaybolmaya yüz tutan sektörler arasına girmeye başladı.
Artık devasa tarım çiftlikleri, kârlılığı öne çıkaran işletmeler, uçsuz bucaksız topraklara hükmeden ülkemize yabancı kuruluşlar eliyle sürdürülen ülke tarımı, aileler açısından bitme noktasına geldi.
Bugün köylerde yaşayan nüfusun 20 yıl önceye kıyasla yüzde 60’tan fazla düşmüş olması da bunun belgesidir.
Peki ne yapmalıyız?
Öncelikle hepimiz tarım hakkında bilgilenmeli, bulduğumuz küçücük alanlarda dahi bir ürün yetiştirmek konusunda istekli olmalıyız. 5-10 kg’dan ne olur dememeli, üretime katkı sunmalıyız.
Siyasete baskı kurup, halen ülkemizde uygulanan, ekilmeyen topraklara ödenen tarım teşviklerinin, ekilen topraklara verilmesi için uğraşmalıyız.
Sözün özü üretmeliyiz, ürettirmeliyiz, üreteni teşvik etmeliyiz.
Rusya Ukrayna krizi ile birlikte başlayan gıda yani tarım ürünleri kıtlığı ihtimali, şöyle dönüp geriye bakma ihtiyacını hissettirdi. Bundan 100 yıl önce yapılanlar bugün yapılsa acaba ülkede bu Ayçiçek yağı kuyruklarını, market baskınlarını görür müyüz?
Köylü, ürettiğinden kazanç elde etse, acaba kentlerimiz bu kadar kalabalık olur mu?
Ülkeyi yönetenlerin ve yönetmeye aday olduklarını söyleyenlerin, hemen, şimdi bir şeyler yapması, gerçekten kendine yeten bir Türkiye için kolları sıvaması lazım.
Aksi halde… Dünya bu krizi atlatır ama Türkiye bir daha eskisi gibi olmaz. Olamaz.
Kalın sağlıcakla…