İnsanın yaşam dinamiğini ve temeli hakkında birçok düşünce mevcuttur. Örneğin, Sigmund Freud, insanın gözlemlediğimiz davranışlarının ve düşüncelerinin kaynağının bastırılmış çocuksu cinsel arzulardan kaynaklandığını öne sürmektedir. Alfred Adler ise, insanın yaşam anlamının üstünlüğü elde etmek olduğunu dile getirir. Klinik gözlemlerde her iki olguya da sıklıkla rastlıyoruz. Bunlarla ne denmek isteniyor ele alalım.
Çocukken, anne babayı kıyafet değiştirirken görmek, onların cinsel ilişkilerine şahit olmak, bakıcı tarafından bir şekilde uyarılmak gibi duyularla deneyimlenme sonucu ortaya çıkan cinsel arzular doyurulmanın yasak olmasından dolayı bastırılırlar. Bastırılmış tatmin edilmeyen cinsel arzular şekil değiştirip bugün bilinçli olarak davranışlarımıza, düşüncelerimize ve ruh hallerimize etki etmektedir. Freud’un Psikanaliz’ine bu dinamiği temellendirmiştir. Kral Oedipus mitinden esinlenerek Oedipus Kompleksi adını verdiği evrensel bir olayın gerçekleştiğini savunur. Bu kompleks, yaklaşık dört ve altı yaşları arasında erkek çocuğunun annesine karşı cinsel arzular beslediğini, babanın varlığı ile ona karşı olan bir öfkenin belirdiğini düşünür. Kızlar için de tam tersi durum, yani babaya olan aşk ve anneye olan nefretin ismini de Elektra Kompleksi olarak adlandırmıştır. Bu kompleksler herkes tarafından doğru kabul edilmemektedir.
İnsanın doğasının üstünlük elde etmek olduğunu savunan Adler’in öğretisindeki temel her insanın eksikliklerle dolu olarak dünyaya gelmiş olduğu düşüncesidir. Eksiklikler içinde dünyaya gelen ve gelişen insan, eksikliklerini gidermek için çaba sarfeder. Eksikliklerini gideren kişi kişisel ve toplumsal üstünlüğünü elde eder. İnsanın yaşama amacı budur. Cesaret gösterip üstünlüğü elde edebilen kişiler hedefi tamamlamış kişilerdir. Eksikliklerini giderecek cesareti olmayanlar ise nevroza yakalanırlar. Cesaretimizi kıracak üç durumdan bahseder Adler: 1) Aşırı şımartılmış kişiler, 2) İlgi görmemiş kişiler ve 3) Organ eksikliği olan kişiler ve durumlardır. Bu kişiler hayatın amacını gerçekleştiremezler.
İnsanın yaşam dinamiği üzerine bir kuram daha ele alacak olursak, varoluşsal psikolojiye değinebiliriz. Bu kuramda, insanın yaşam dinamiğinin, hayatına anlam katma arayışı olmasıdır. İnsanlar hayatlarına anlam kattıkları kadar insandır. Yoksa yaşayamazlar. Bu kuramın öncüsü psikiyatrist Viktor Frankl’dır. Nazi kamplarında esir olarak kalan Frankl, soykıyımdan hayatına bir anlam katarak kurtulduğunu dile getirir.
Özetle, insan hayatı boş bir levha olarak mı, yoksa bir anlam ifade eder mi sorularını sorma gereksinimi hissediyorum. Bunun cevabını vermek zordur. Ancak insanın varoluşsal dinamiği ne olursa olsun yaşamayı arzular. Bu arzu temel ihtiyaçlarını doyurduğu kadardır.