Hayata bakışı doğru yönde öğrenmiş kişi cesaretli, sabırlı ve kararlı olur. Bu özellikler de başarıyı getirir. Tabiki de bu duruma işini sevmek de eklenmelidir. Ancak bilinmelidir ki, işini her severek yapan başarılı olamamaktadır. İşini sevmek başarıya giden yolda bir tamamlayıcıdır.
Hayata bakış açısının yanlış olması ya da öğrenilmemiş olması ruh sağlığını olumsuz etkileyen etmenler arasında kilit noktadadır. Nevrozu, kişinin hayata baktığı çerçevedeki bozukluk, farklılık gibi tanımlayabiliriz. İşte bu farklı pencereden bakmak, yanlış ya da öğrenilmemiş düşünceleri doğurur. Peki hangi bilgi doğru? Bu sorunun cevabı, gözleme dayalı bilimlerden anladığımız üzere, kâinatta mutlak doğrunun olmadığıdır. Ancak esnek düşünmek, sorgulamak, test etmek ve elde edilen düşüncelere ve bilgilere veda edebilmek yetenekleri bizim 'doğru bilgi' tanımımız olarak bu yazıda kullanılacaktır.
Çocukluğundan itibaren ilk önce ailesi tarafından, daha sonra okul ve yakın çevreyle beraber, ilerleyen dönemlerde bu çemberin genişlemesiyle, ''Başarmanın yolu, çok ve kararlı çalışmaktan geçer'' varsayımı içine işlemiş bir kültürde yetişen birey ile bu olguyu öğrenmemiş ya da hatalı olarak öğrenmiş bir yetişkini ele alalım. Bu kişiler, bir üniversiteyi ileride yapacağı mesleğe göre tercih ederken, kulaktan dogma ya da gözlemle ''bu meslek geleceğin mesleği, çok para kazandırıyor'' düşüncesini kullansın diyelim. Mezun olduktan sonra, emek vermeyi bilmeyen kişi, o bölümü bitirdikten sonra her şeyin kafasındaki gibi olmadığını gördüğünde ya da başarılı olamadığında suçu sisteme, kültüre, okula ya da kişilere atabilir. Ancak çok çabayla bir başarının ve paranın kazanıldığı gibi doğru bilgiyi öğrenen kişi hem huzurlu hem de istediğini nasıl yapacağını bilerek cesaret, kararlılık ve sabırla o yolda ilerleyecektir. Yani ikisi arasındaki temel fark, doğru bilgiye sahip olanla olmayan arasındaki başarı, özgüven, sakinlik, pişmanlık duygularındaki fark oldukça açıktır.
Sonuç olarak, bahanelere sığınmak bizlere bir şey kazandırmadığı gibi, birçok şey de götürür. Çabalamadan başaran insan yok mudur? Elbette vardır. Ancak başarının sürekli kalabilmesi için akla en yatkın olan ''çok, doğru ve sabırlı çalışan başarma olasılığı artar'' varsayımını uygulamak gereklidir. Bu varsayımı gerçekleştirmeyen birisi bir sıçrayıp, iki sıçrayıp ve üçüncüsünde tökezlediğinde, doğru yolda ilerleyen birisinin çok başarılı olduğunu gördüğü zaman mutlaka kendindeki eksiklikleri fark edecek, içini eksiklik, pişmanlık ve öfke kaplayacaktır. Bu döngü birkaç defa gerçekleşmiş olsun, bu durum kişiyi bir şekilde nevroza kadar sürükleyecektir.
Çözüm nedir? Eleştirel Akılcılık. İnsanın en güçlü silahı beynidir. Güçlü hafızasıdır. Ancak bu silahı kullanarak gelişebilir, hayatta kalabilir. İnsan beyni korkmadan eleştirebilmeli, elde edilen bilginin çürütülmesi ve inançların çelişmesiyle eski bilgiyi terk edebilmeli, kısaca, akıl süzgecinden geçirip bunu uygulamaya koymalıdır. Bilim yapmalıdır da diyebiliriz. Doğruyu bilmek kaygıyı azaltır. Gerçeği araştırmalıyız. Doğruluğunu araştırmadan, sorgulamadan kulaktan dolma bilgilere inanmayı sürdürürsek, boşu boşuna kaygı ve korkuyla ketlenir, olduğumuz yerde sayarız. Bir kere gelinen hayatı boşa harcamış oluruz belki de. Bilmek arkadaşlığı, aşk ilişkilerini ve iş hayatını olumlu yönde etkiler. Bu üç olgu bir araya geldiğinde de özgüvenli ve öz saygılı bir insan olur, nevroza yakalanmaktan büyük ölçüde uzaklaşmış olursunuz. Bilmek derken, bilgili olmaktan bahsetmiyorum. Siz yalnızca âşık olduğunuz kişinin sizi sevme ihtimalini onun kişisel özelliklerini, bağlı olduğu kültürün özelliklerini, hayallerini, hobilerini, fobilerini, zayıf noktalarını bildiğiniz zaman arttırabilirsiniz. Yabancı bir ülkede arkadaşlık kurmak istediğinizde onun dilinde konuştuğunuzda, size diğer yabancılardan farklı davranacaktır. Yani, Alfred Adler (1870-1937)'in nevrozu tanımlarken kullandığı; ''düşman ülkede gibi’’ değil, nevrozdan uzak olarak kendi evinizde gibi hissedilir. Ruhsal olarak da rahatlama sağlanır.
Uzman Psikolog
OZAN ERDEM CANAK