Dünya koronavirüs sonrası için hızla değişiyor.
Sadece insanlar değil, siyasette bu yeni çağa ayak uydurmak adına daha dijital, daha bireylere yakın çözümler peşinde koşuyor.
Peki ya biz ne yapıyoruz?
***
Yeni Dünya Düzeni şimdilerde kuruluyor.
Daha önceki trenleri kaçıran dünyanın bazı ülkeleri, şimdilerde son vagona da olsa binmenin telaşına düşmüş görünüyor.
Şöyle bir tarihe bakalım.
Fatih Sultan Mehmet Han'ın İstanbul'u alması ile Avrupa'da başlayan Rönesans ve Reform hareketi ile Hristiyan Dünyası koyu taassubun yarattığı körlükten çıkmış. Bilim ve fen ışığı ile teknolojiye odaklanmıştı. Buradan başlayan devrimler ile sanayi gelişmiş, Avrupa ahlaki yönünü benimsemesek de yapısal reformları ile bizleri sonradan yüz yıl geride bırakmıştı.
1. ve 2. Dünya Savaşları yeni bir çağ açmış. Bu sayede insanlık gözünü gökyüzüne, hatta ötesinde uzaya çevirmişti. Bu da yeni teknolojileri getirmiş ve zenginlik uçurumu yaratmıştı. Hem silahlı gücü hem parasal gücü iyi kullanan Batı dünyası, İslam Dünyasını da karmakarışık hale getirmiş, arayı iyice açmıştı.
Sonra ortaya internet çıktı. Dijital çağı başlattı. En büyük güç olan bilgiyi, saniyeler içerisinde dünyanın diğer ucuna ileterek insanlık arasındaki uçurumu sanal alemin keşfi ile kapattı. Çin, Hindistan, Rusya, ABD, Avrupa, Afrika ya da Türkiye'de yaşıyor olmanız bu teknolojiden nasiplenmenize engel olmadı. Tersine herkesi bir anlamda eşitledi.
Tam eşit olmaya başladık derken koronavirüs geldi. Daha da eşit olduğumuzu gösterdi.
Herkes hastalandı hatta herkes kayıplar verdi.
Öyle ki gelişmiş dediğimiz ülkelerin medeniyetlerinin aslında tek dişli olduğunu, insanlığını kaybetmeyenlerin daha sıkı durduğunu da gördük.
Bir nevi kum saatinin boş tarafı olarak üste dururken, şimdilerde boş ama altta durup kumun dolduğu haznede yaşar gibiyiz.
Neden boşuz derseniz açıklayayım.
Pandemi belası ile uğraşan ülkemiz, devletin gücü ile ayakta duruyor. Oysa halkı çok yoksullaştı.
100 kişiden 29'u ya borçlanarak, ya yardımlarla karnını doyuruyor. Ocak ayı itibariyle her 100 kişiden 47'si çalışma hayatındaydı. Şimdilerde kim ne kadar iş sahibi belli değil?
Pandemi sırasında gördük ki çalışan her 38 kişiden 30'u ise işini kaybederse geçinemeyecek düzeyde bulunuyor. Yani Allah korusun, bir salgın yasağını daha kaldırmaya güçleri yok.
Yüzde 55'i gelecek kaygısı yaşıyor. İnsanların elinde bir aylık erzak temin edecek paraları yok.
Yardımseverlik gösterenlerin bunu daha ne kadar sürdürebileceği ise belli değil.
İşin özü şu...
Vatandaş ciddi geçim korkusu ve sıkıntısı yaşıyor. Gelecek kaygısı o kadar büyük ki ne yapacağını bilmeden gününü tamamlıyor. İşsizlik eskiden sabredilebilecek bir eksiklik iken şimdilerde aileye yük olarak görünüyor. Yani insanımızın gücü tükeniyor.
Bunlar olurken siyaset kurumu ne yapıyor?
Ya birbirlerini suçluyor. Ya birbirlerini ötekileştiriyor. Ya da ilk fırsatta diğerinin canına okuyor.
Hazine boşalınca batan ülkede herkesin olduğu gerçeğini unutmuş gibi kavga ediyorlar.
Oysa kavgalar karın doyurmuyor. Kavgalar hizmet getirmiyor. Kavga umut olmuyor.
Önümüzde 3 ay var.
Salgının tekrar yükselişe geçmesinden önce bir araya gelinmeli ve ülkenin yönü belirlenmeli.
Açık açık yazıyorum.
Vatandaş AK Parti'de, CHP'de, MHP, İYİ Parti ya da diğerlerinde ne olup ne bittiğine bakmıyor. Geleceği sorguluyor. Aşına, işine umut olanı arıyor.
Dünya yeniden kurulurken, bu olguyu hala görmeyenler siyaseten yükselebilirler ama kaybolmaya da mahkumlardır. Merhamet, Tevazu, İşbilirlik haslet olmuşken, bunları taşımayanların siyaseti elbette ki hüsran olacaktır.
Umarım hüsrana uğrayan ülkemiz olmaz.
Kalın sağlıcakla...