Ülkenin dini esaslara dayanan bir rejime (şeriat) teslim edilmesinden korkuyorlardı.
Recep Tayyip Erdoğan'dan hazzetmiyorlar, onun cumhurbaşkanı olması durumunda ülkenin beter gerilmesinden ürküyorlardı.
Ben de görüşlerinin bir kısmına güçlü duygularla katılıyordum.
* * *
Ancak tüm bu endişelere rağmen Erdoğan bu ülkenin başına geçti ki geçmeliydi.
Eğer o koltuğa oturmasaydı, esas o zaman rejim demokrasiye değil, dayatmacılara teslim edilmiş olacaktı ki bu durum şeriat istemek kadar tehlikeliydi.
Bilelim ki bugün ülkemizde şeriat tehtidi eskisi gibi kuvvetli değildir. Şeriat derken Allah'ın kurallarından değil, onun kurallarını yaşama uyguluyormuş gibi yaparak faşistçe iş görenlerden bahsediyorum.
* * *
Dayatmacılar kimdi?
Bana göre kendine Cumhuriyetçi süsü vermiş, demokrasiyi paravan olarak kullanan Neo-İttihatçılar'dır. Onlar geçmişte ülkeye gerçekten demokratik bir yapı getirmek için çabalayan bir hareketin mirasçısı olduklarını iddia etseler de, Cumhuriyet'in nimetlerini zenginleşme aracı olarak kullanan seçkinci elitler olduğuna da tarihimizde zaman zaman tanıklık ettik.
Erdoğan siyasette olmasaydı, işte bu Neo-İttihatçı elit istediğini, istediği zaman dayatabileceğine iyice kanaat getirecekti. Bunun da şeriatın dayatacağı faşizmden hiçbir farkı yoktu.
* * *
İşte bunca fırtınanın arasında o dayatmacıların da yavaş yavaş gücü azaldı. Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı görevine gelmesi ile de nihayet bazılarına "dank" etti.
O andan itibaren demokrasinin en temel hükmü geçerli hale geldi.
Tahammül...
Seçim kazanmak yerine bas bas bağırma dönemi kapandı. Aklı kullanarak birleşme ve aynı hedefe yürüme dönemi açıldı.
* * *
Ekrem İmamoğlu figürü tüm kesimlerce beğenildi, ilgiyi oya dönüştürdü ve ciddi bir siyaset adamı ortaya çıktı. Demokratik mücadeleden çıkmadan, ona buna suç atmadan, herkesi kucaklayarak, sadece kendi doğrularını anlatarak yürüyen bu adam, geleceğin de en güçlü siyasetçisi olarak şimdiden halkın bilincinde yerini aldı.
* * *
Bizi biz yapan değer Kurtuluş Savaşı'dır.
Herkesi kucaklayan, tüm inanışların bir kenara konulup vatan ve hürriyet ülküsünün öne çıkarıldığı, emperyalistlere karşı mücadelenin milleti tekleştirdiği o dönemin ruhunu yazık ki çabuk kaybettik.
Ancak, içinde bulunduğumuz bu çok seçimli dönem ülkeyi iki kampa böldüğü gibi demokratik tahammül olgusunu da öne çıkardı.
Artık tahammülü olan kazanıyor.
Saldıran, iftira atan, çamura çeken kaybederken, birleştiren, kucaklayan ve tahammülü olan kazanıyor.
* * *
Seçim ortamının bana gösterdiği tek doğru bu...
Ne yazık ki bazı siyasilerin hala anlayamadığı olgu da bu...
Bilinmeli ki demokrasi, istemediğine de tahammül edebilme rejimidir.
O kadar güzel bir yoldur ki bu istemediğini de seçimle değiştirirsin!
Kalın sağlıcakla...