"Hürriyet uğruna, can vermek vatan borcudur. Fakat bu milletin kalbine hürriyetin ne olduğunu anlatamadıkça, her kurban yalnızca bir taşın üstünde yazıdan ibaret kalır. (Ali Kemal – Cenevre 1897)"
İstanbul sokaklarında hürriyet için yazan bir kalemdi… Sonra millî mücadelenin karşısında duran bir isme dönüştü. Tarihin hıncına kurban gitti.
Ali Kemal’in hikâyesi, bir gazetecinin arada kalmış öyküsüdür ve bugünlere örnektir…
***
Bazı hayatlar vardır, ne alkışa tam yakışır ne lanete…
Ali Kemal işte böyle bir isimdir.
Ne tamamen kahraman ne bütünüyle hain…
Ama kesin olan bir şey varsa, o da kaleminin kaderini kendi belirlediği ve bunun bedelini de kendi ödediğidir.
***
1867 yılında İstanbul’da doğdu Ali Kemal.
Askerî mektepte okudu ama kalbi silaha değil söze meyilliydi.
Edebiyata, siyasete, yazıya tutkundu.
II. Abdülhamid döneminde özgürlükçü fikirleri nedeniyle yurtdışına kaçtı. Paris ve Cenevre’de Jön Türklerle tanıştı. Fransa’da gazetecilik yapmaya başladı.
O kadar sert yazıyordu ki Fransızlar dayanamadı. Onlar da sürgün kararı verdi. Geri dönmek zorunda kaldı.
İstanbul’a döndüğünde 20’li yaşların başında bir gazeteciydi. İkdam, Sabah, Peyam gibi önemli gazetelerde yazdı. Kalemi sivri, dili keskin ve yazdıkları etkiliydi. Hürriyetçi bir Osmanlıcıydı. Anayasa, meşrutiyet, basın özgürlüğü gibi kavramların savunucusuydu.
Özellikle 2. Meşrutiyet’in ilanından sonra yazdıkları halkın vicdanında karşılık buldu.
Mesela 1897’de şu ifadeleri o yazmıştı.
"Saray’ın susturduğu kalem, vatanın çırpınan yüreğidir. Bir gün o yürek, zincirleri kırar da kendi sözünü söyler."
Abdülhamid istibdadına karşı çıkan kalemler arasında yer aldı. Kadın haklarını savundu, eğitimde reformları yazdı, memleketin kurtuluşunu modernleşmede gördü. Ama tarih ilerledikçe, milletin kaderi değiştikçe, Ali Kemal’in çizgisi milletle aynı yöne gitmedi.
***
19 Mayıs 1919… Mustafa Kemal Paşa Samsun’a çıkar ve Anadolu’da direnişin kıvılcımı yanar.
Ali Kemal ise bu hareketi başından itibaren tehlikeli bulur.
“Asiler, maceraperestler, halkı kandıranlar” diyerek Anadolu’daki milli mücadeleye cephe alır. İngiliz himayesini açıkça savunur.
“Türk milleti kendi başına devlet idare edemez”
cümlesi onun kaleminden çıkar.
Peyam gazetesinde Mustafa Kemal’i hedef alan sert yazılar yazar.
En meşhur saldırısı, 1921 yılında şu başlıkla yayınlandı... "Bu bir sergüzeşttir, bu bir cinnettir!"
Altında Ali Kemal’in imzası vardı. Yazıda, Mustafa Kemal’in liderliğindeki Ankara Hükümeti için şöyle yazıyordu...
"Ankara’da uydurma bir hükûmet kurulmuş. Ne halktan ne padişahtan ne de milletler cemiyetinden meşruiyet almış. Bu bir serseriliktir. Bu ancak memlekete felaket getirir."
Bu dönemde yazıları yalnızca şahsi kanaat değil, aynı zamanda İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin de sesi gibidir. İngiltere’ye duyulan hayranlık ve umut, satırlarına sinmiştir. Ali Kemal, resmi bir üye olmasa da cemiyetin fikirsel propagandasını üstlenmiş gibidir. Ona göre Osmanlı’nın kurtuluşu, aklıselimle İngiliz dostluğuna sığınmakta yatıyordu. Anadolu’da yükselen halk hareketini ise kontrolsüz bir ayaklanma olarak görüyordu. Yanlış bir yoldu.
Fakat millet onun gösterdiği yolu değil, Anadolu yollarını seçti…
***
Damat Ferit Paşa kabinesinde Maarif Nazırı olarak görev aldı. O dönemde İstanbul’da İngilizler lehine çalışmalar yürüttü. Kuvayı Milliye’ye karşı yayın yapan kalemlerin başındaydı. Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanması, onun sonunun da habercisiydi.
Ankara cephesi onu "hain" ilan etti. Ali Kemal’in adı, Sakarya Meydan Muharebesi’nden sonra yayınlanan bazı bildirilerde doğrudan anıldı ve yargılanacağı duyuruldu.
Sonra beklenen o gün geldi...
1922’de İstanbul’da tutuklandı. Ankara’ya götürülmek üzere yola çıkarıldı. Ancak İzmit’te Kuvayı Milliyeciler tarafından kaçırıldı.
Saçları-sakalları kazındı. Kalabalığın önüne atıldı. Linç edildi. Cesedi sokakta sürüklendi. Tarihe bir “infaz” olarak geçti.
Bazılarına göre hak etti, bazılarına göre hukuk dışı bir ölümdü. Ama ne olursa olsun, bu son, bir kalemin en dramatik şekilde kırıldığı an olarak tarihe yazıldı.
***
Kaderin garip cilvesi… Onun “Türkler kendi kendini yönetemez” diyerek İngiliz mandasını savunduğu bir dönemin üzerinden tam bir asır geçtikten sonra, soyundan biri Birleşik Krallık’a başbakan oldu.
Evet, Ali Kemal’in İngiltere’ye yerleşen ve Kemal soyadını terke eden oğlu Osman Wilfred Johnson’ın torunu Boris Johnson, 2019 yılında ülkesinin başbakanı olarak seçildi.
Tarihin ince alayı mı dersin, bir dönemin iç hesaplaşması mı?
Herkes dilediği yerden bakar...
Kalın sağlıcakla…