Her yıl 27 Mayıs yaklaştığında ya da geçtiğinde, kamuoyunda genellikle şu iki tema öne çıkar,
Darbe karşıtlığı ve demokrasi vurgusu...
Yeni anayasa çağrıları veya mevcut anayasanın eleştirisi...
Bu dönemlerde iktidar temsilcileri ve bazı çevreler, özellikle 1961 Anayasası’nı "vesayetçi" olmakla suçlayarak, bugünkü sistemin bu anayasadan kopması gerektiğini vurgular.
Peki Vesayeti bitirmekle övünenler, gerçekten başarmışlar mı?
Anlatalım...
***
Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet, bir saraydan değil, bir meclisten doğdu.
O meclis, köylüyü, işçiyi, öğretmeni, madenciyi, yani milletin kendisini temsil ediyordu. En başta yazan o cümle boşuna değildi...
“Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir.”
***
Hazindir...
Bu söz, yıllar içinde anlamını yitirdi. Anayasalarda yazılı kaldı, ama hayatımızdan silinmeye başladı.
27 Mayıs 1960 sabahı, radyodan yapılan duyuruda, şu söyleniyordu...
“Atatürkçü ordu yönetime el koydu.”
Söylenen buydu.
Ama gerçekte olan, halkın seçtiği iktidarın zorla devrilmesiydi.
Adnan Menderes, hatalar yapan bir liderdi. Ama halkın oyuyla başa gelmişti.
Milletin egemenliği lafta kalmış. Ordu adına birileri memlekete çökmüştü.
Sonra, bir ağaç gölgesine kurulan darağacında, sadece bir insan değil, milletin iradesi asıldı.
Ardından gelen 1961 Anayasası, yıllarca “özgürlükçü” diye anlatıldı.
Evet özgürlükçüydü. Geniş kapsamlı hürriyetler sağlıyordu.
Fakat, tüm bu hürriyetler perde arkasında başka bir düzen kurulmasına vesile oluyordu.
Artık seçilmişler değil, atanmışlar daha güçlüydü.
Anayasa Mahkemesi, Milli Güvenlik Kurulu ve Cumhuriyet Senatosu gibi kurumlarla halkın iradesine denetçiler atandı. Özellikle “tabii senatör” denen kişiler...
Yani eski darbeciler...
Seçimle gelen vekillerin TBMM’de aldığı kararları bile durdurabiliyordu.
Milletin sözüne, silahla değil, kanunla duvar örülmüştü.
***
Oysa, Atatürk’ün devlet anlayışı çok netti.
Millet ne derse o olur...
Ordunun bile Meclis’e bağlı olduğu, kararların halk adına alındığı bir model kurmuştu. Çünkü onun gözünde egemenlik, saraydan alınmıştı ve artık sadece millete aitti.
Ama 1960’tan sonra kurulan düzen, bu anlayışı tersine çevirdi. Devlet artık milleti korumak için değil, millete karşı korunur hale geldi. “Atatürkçülük” adına yapılan darbelerde, Atatürk’ün en büyük mirası olan milletin iradesi sürekli çiğnendi.
12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat… Her müdahalede “Türk Milleti adına” denildi ama halkın iradesi hep geri plana atıldı. Aslında her seferinde bugün çok eleştirilen yönetim tarzının temeline harç konuldu...
***
2000’li yıllarda bu vesayet sistemi sarsıldı. Ordu geri çekildi, yargı reformları yapıldı, halkın seçtiği cumhurbaşkanı sistemi değiştirdi.
“Vesayet bitti” dendi.
Ama… Gerçekten bitti mi?
2017’de gelen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, gücü tek elde topladı. Artık bir kişi hem hükümeti kuruyor, hem yargıyı şekillendiriyor, hem de kararnamelerle ülkeyi yönetiyor.
Meclis arka planda kaldı. Halk adına alınması gereken kararlar alınamaz oldu.
Üstelik sadece yürütme değil, yargı da tartışmalı hale geldi. Anayasa Mahkemesi bazı kararlarıyla iktidarın tepkisini çekiyor, kimi zaman tanınmıyor. Ama diğer yandan, yargı organlarında iktidara yakın isimlerin çoğalması, bağımsızlık tartışmalarını büyütüyor. Yani bir yanda “yargı vesayeti” eleştirisi yapılırken, diğer yanda “yargı iktidarın gölgesinde” deniliyor. Bu iki durum da aslında farklı şekillerde milletin iradesi dışında kalan güçlerin etkisini gösteriyor.
Hukuk, halk için varsa kıymetlidir, bir tarafın sopası ya da diğer tarafın kalkanı olduğunda değil.
Yani eskiden güç asker elindeydi, şimdi ise sivil ama tek merkezli bir yapı var. Şekil değişti, ama vesayet devam ediyor.
***
Atatürk’ü sadece fotoğraflarla, nutukla anmak kolay. Ama esas olan, onun kurduğu düzeni yaşatmaktı...
O düzenin temelinde halk vardı. Seçme hakkı, söz hakkı, denetleme hakkı…
Bugün şu soruyu sormak zorundayız:
“Egemenlik gerçekten kayıtsız şartsız milletin mi?”
Yoksa halen birileri, “milletin iyiliği için” diyerek o egemenliği sınırlandırıyor mu?
Cevabı sandıklar değil, vicdanlar verecek.
Çünkü Atatürk’ün bize bıraktığı miras sadece bir rejim değil, bir onurdu.
O onur, milletin kendini yönetebilme hakkıdır.
***
Yeni anayasa yapılacaksa, önce milletin kendini yönetebileceği TBMM’nin hakları iade edilmeli, devletin denetimi konusunda sadece muhalifleri değil iktidarı da tarafsızca denetleyecek, kanun ve uygulama yapısı inşaa edilmelidir.
Yoksa şu anda da anayasa var ve ona bütünüyle uyan ne yazık ki yok.
Amaç onu da yaşadıklarımıza uydurmaksa o başka...
Kalın sağlıcakla…