Hiç düşündünüz mü?
Bir sabah pencereyi açtığınızda kuş sesi duyamazsanız, işte o gün dünyanın konuşmayı bıraktığı gündür...
O sabah, rüzgâr yapraklara değil, taşlara çarpar. O sabah, suyun sesi değil, betonun yankısı duyulur.
Bugün 5 Haziran, Dünya Çevre Günü...
Aslında bu gün, dünya konuşabiliyorken onu duymayı başaranlar için var.
Girişteki cümle bir kitaptan...
"Sessiz Bahar"
Rachel Carson adı.
Carson, Deniz biyoloğuydu, bilim kadınıydı ama en çok, doğanın avukatıydı...
Pestisitlerin, özellikle DDT’nin kuşları, arıları, toprağı nasıl susturduğunu anlatıyordu. Kitap çıktığında kimileri ona deli dedi, kimileri komünist...
Ama dünya dinledi. ABD’de DDT yasaklandı, çevre koruma ajansı kuruldu. Bir kadın, bir kalem ve kuşların sessizliğiyle dünya bir an sustu… ve sonra konuşmaya başladı.
O konuşma halen sürüyor. Ama bu kez biraz panikle...
Okyanuslar, artık nefes alamadığını söylüyor. Mercanlar, ağarmış saçlar gibi renklerini kaybediyor. Amazon’un göbeğinde yerli halk, ormanın artık eskisi gibi kokmadığını anlatıyor. Plastik torbalar okyanusları süs değil, ölüm örtüsüne çevirmişken, bir deniz kaplumbağasının gözyaşına benzeyen bir fotoğraf, sadece sosyal medyada “like” alıyor, eylemde değil...
Caddebostan Balıkadamlar Kulübü'nde bir dalgıç anlatmıştı.
Maldivler açıklarında tüplü dalış yaparken kendisini yalnızca balıklar değil, bir şampuan şişesi de takip etmiş. Kapağı hâlâ üstündeymiş, markası hâlâ okunuyormuş. “Denizin altında sponsorlu yyüzüyor gibi hissetmiştim” demişti.
Ne yazık ki bu espri artık sadece gülümsetmiyor, boğazda takılıyor.
Geçtiğimiz günlerde, Avustralya açıklarında, yüzölçümü Avustralya'nın beş katı olan bir deniz ısı dalgası kaydedildi.
Beş katı. Bu ne demek biliyor musunuz? Balıkçının ağı boş dönecek. Çocuklar denizde yüzmeyi geçtim, orasının nasıl bir yer olduğunu ansiklopediden ya da internetten öğrenecek. Martılar belki hâlâ uçacak ama yönlerini şaşıracak...
Bir whatsapp grubunda okumuştum.
İstanbul’da geçen yıl bir apartman yöneticisi bina sakinlerine mektup yazmış.
“Lütfen balkonlarınızdan sarkan bitkileri sularken fazla su damlatmayın” demiş.
Gerekçe...
Alt kat komşusu kızmış çünkü sardunya saksısından bir damla su düşmüş koluna!
Göz ardı ettiğimiz şey şu...
O sardunya, belki de bulunduğu sokaktaki son canlı yeşil varlıktı. Bizim çevreyle kavgamız bazen gürültüden değil, bir damla sudan çıkıyor.
Ancak hemen kınamayın.. Çünkü halen umut var.
Güney Kore’nin Jeju Adası, 2040’a kadar plastikten arınma hedefiyle yola çıktı. Filipinler’de köy çocukları, denizden topladıkları plastikleri renklerine göre ayırıyor. Bunu bir oyun sanıyorlar. Belki de öyledir. Açıkçası doğayı kurtarmak, artık yetişkinlerin değil, çocukların oyunu gibi görünüyor.
Mesela Hindistan’da, düğünler artık plastiksiz yapılmaya çalışılıyor. Geçen yıl bir çift, düğün yemeğini yaprak tabaklarda vermiş. Damat, "kaynanam yüzünü ekşitti ama doğa gülümsedi" demiş.
Aslında işin sırrı burada...
Doğayı korumak için ara sıra üzülmek, kuşaklar boyunca kahrolmaktan evladır.
Peki biz? Marketten aldığımız üç limonu ya da salatalıpı halen plastik torbaya koymuyor muyuz?
Balkondaki sardunyayı sularken yere düşen suyu şikâyet etmiyor muyuz?
Çöpü ayrıştırmaktan üşenmiyor muyuz?
Sonra da “ne olacak ki benim atmadığım pipetten?” diye sormuyor muyuz?
İşte tam da bu yüzden dünya susma provası yapıyor.
Korkarım bir gün gerçekten susacak.
Rachel Carson, Sessiz Bahar’da şöyle diyordu...
"Geleceğin tarihçisi, bizim zamanımızı kayıtsızlığın ve boş umutların çağı olarak adlandırabilir."
Dilerim bu tarihi biz yazmayız...
Kalın sağlıcakla…