Bir zamanlar genç bir kadın, kocasını ve küçük yaştaki oğlunu terk ederek ortadan kaybolmuş ve bir daha da görünmemişti. Kocası bir süre bekledi, sonra yeniden evlendi. Çocuk okula başladı, ama derslerinde hiç mi hiç başarılı değildi. Yaşıtları arasındaki en başarısız öğrenciydi. 0 başarısız oldukça babası ve üvey annesi de onu daha fazla sıkıştırıyor duygularını incitiyorlardı. Bu tavırlar onun daha da başarısız olmasına yol açıyordu
Babası onun okumakta gözü olmadığını düşündü. Okuldan aldı ve bir ustanın yanına çırak verdi. Gel gelelim, çocuk bu meslekte de isteneni gösteremedi. Hiçbir işi düzgün yapamıyordu. Bu hal, ailesinin onu daha fazla aşağılamasına ve incitmesinden başka bir işe yaramadı.
Ama bir gün, yıllar önce kendisini terk edip giden annesinden bir mektup ve bir paket geldi çocuğa. Annesi, mektupta oğlunu çok özlediğini ve hiç unutmadığını söylüyor; yıllar önce çekip gitmesinin mecburiyetten kaynaklandığını anlatıyor ve oğlundan özür diliyordu. Paketten bir keman çıkmıştı.
O günden itibaren çocuk bambaşka birisi oldu.
Mektuba ve kemana çok sevinmiş, ama en çok annesinin onu unutmadığından mutlu olmuştu.
O günden sonra çocuk kemanı elinden neredeyse hiç düşürmedi. Babasına yalvararak dersler aldı. Kısa zamanda o kadar harika keman çalmaya başladı ki, herkes şaşırıp kaldı.
Kemanı böylesine harikulade çalan o sakar ve isteksiz çocuk olabilir miydi?
Babası ve üvey annesi, neredeyse kemanda sihir olduğuna inanacaklardı.
Günler geçiyor, çocuk bir keman ustası olma yolunda hızla ilerliyordu. Bu arada, ailesi başta olmak üzere herkes aynı şeyin merakındaydı: Bu mucize nasıl mümkün olabilmişti?
Nihayet, babası çocuğundan habersiz kemanı da yanına alıp durumu bilge bir insana anlatmaya ve ondan açıklama istemeye karar verdi. Sahiden de keman sihirli miydi yoksa?
Bilge öyküyü gözleri uzaklara bakarak dinledi ve sonunda babaya dönüp şöyle dedi:
Aziz dostum! Ne kemanda sihir var, ne de oğlunuz beceriksiz! Onun yakın zamana kadarki başarısızlığı annesinin onu sevmediğini, unuttuğunu sanmasından ileri geliyordu.
Hiçbir şey, unutulmak kadar incitmez insanı. Hiçbir şey sevilmediğini düşünmek kadar yaralamaz bir kişiyi.
Bugünkü büyük başarısı ise, annesinin onu unutmadığı, aksine hâlâ çok sevdiğini anlamasından kaynaklanıyor. Annesinin sevgisini hissetmesiyle içinde sabırsızlıkla bekleyen yetenekler yeşermiş ve hatta fışkırmıştı.
………
Sevme ve sevilme duygusu da açlık, susuzluk gibi yaşam boyu sürecek olan en temel ihtiyacımızdır. Çocukların öğrendiği ilk dil; sevgi dilidir.
800 ailenin ve 1100 çocuğun katıldığı ve 3 ay süren anket sonucunda 6 yaş ve altı çocukların kişilik oluşumlarında en önemli etkenin sevgi olduğu açıklanmıştır. Bu sonuçlar da sevginin tek başına büyük bir güç olduğunu bize sunuyor.
Peki biz sevgimizi göstermekte neden zorlanıyoruz? Yoğun iş hayatının arasına sıkıştırıyor, çocuklarımızdan esirgiyoruz. Bedenen yan yana dururken ruhumuzla birbirimizi itiyoruz.
Zamanı, göz göze gelmeden savrulan kelimelerde tüketiyoruz. Yorgunluğun faturasını ise ilgiye muhtaç bakışlara kesiyoruz.
Geçen zamanın ardından kimi sanal dünyanın içinde arıyor sevgiyi, kimi de sahte ilişkilere saklıyor yalnızlığın sesini.
Ne zevklerimizi biliyoruz ne de hayallerimizi paylaşıyoruz. Ebeveyn-çocuk ilişkisinde kaçırdığımız günlerin ardına baka baka ‘keşkelere’ sığınıyoruz.
Sanal dünyanın kirli ellerine çocuklarımızı emanet etmeyelim!
Başımızı kaldıralım telefonlardan, bahaneleri bırakalım kapıda, çaya şeker diye çocuk kahkahası katalım ve her yudumda saralım geçmişin yaralarını.
Onlar yeter ki çocukluk yapsın, biz gönlümüze kuralım salıncağı.
Sevgiyle kalın..
Sevgisizliğin bedeli çok ağır olabiliyor Bu hikayede de bunu çok güzel anlatmışsınız.
Teşekkürler